Bir varmış bir yokmuş. 

Ali Mirza adında, toplum içinde yaşamakta olan, evrende bir kütlesi olduğu ve Allah’ın bahşettiği bir beyni ve fikretme kabiliyeti olduğuna inanan bir adam varmış.

Ali Mirza Yürürmüş. 

Hep yürürmüş ve yürürken de hep düşünürmüş. 

Parkların, camilerin, okulların, marketlerin, ilgilizce-arapça-türkçe ve daha birçok dilde yazılmış mağaza tabelaları ve şair ismi verilen ve kahramanların ve önemli şahsiyetlerin unutulmaması için sokak levhalarına adı kazınan isimlerin yanından yürüyüp geçermiş.

Hem yürür hep düşünürmüş Ali Mirza.

Hayatın anlamının düşünmek olduğuna inanırmış. 

Fırından ekmek alırken değirmenleri düşünürmüş, sonra başakları, harman yerlerini, ekin biçme mevsimlerini, orakları düşünürmüş.

İnsanların yanından geçerken de insanların nasıl bir evde yaşadıklarını, nasıl bir çocukluk geçirdiklerini, ne şartlarda çalıştıklarını, mutlu mu mutsuz mu olduklarını düşünürmüş.

Ali Mirza bazen de şöyle düşünürmüş ve en çok kendisiyle kavga edermiş düşünürken; 

Bazen diyorum ki ‘Lan oğlum Ali Mirza! hiç düşünme, uğraşma İnsanlarla.

Gir şuradan en yakın dergâha, tekkeye her neyse işte!

Çıkar ayakkabılarınla beraber beynini de paspasın üzerine bırak! 

Gir içeri ve ölüm yeşili yumuşacık halıya çök. Kır dizini, çek tesbihini. 

İlahiler söylenirken salla kafanı, düş cezbenin kucağına, doldur mideyi çayla çorbayla, sadaka kutusuna da at on on beş lira, kapıdan çıkarken şeyhinin sakalına dokun kaşla göz arasında, ağzına hurma ver şeyhinin, şeyhin ısırsın, sonra şifalı tükürüklü hurmayı al afiyetle göm mideye…oh! 

Eve gittiğinde ve sıcacık yatağında sağ yanına uzandığında mis gibi cennet hayaliyle uyu. 

Lezzetli sular akan ırmaklar, kökleri gökte yemişleri yere değen, zahmetsiz ulaşabileceğin meyveli ağaçlar…

Aman ya Rabbi!

Gelsin huriler, gitsin körpecik, göğüsleri yeni tomurcuklanmış kızlar!

Ama yok! Ben illa ki kaşınıyorum! 

Yok bu haksızlık değil miymiş! Yok bu zulüme sessiz kalmak olur muymuş!

Ortadoğu’da zındıklar pençelerini din kardeşime geçirmişken, rahat uyunur muymuş!

Çin’de, Hindistan’da bacılarımın ırzına geçilirken, sabi sübyan da bu işkencelerden nasibini alırken, adamlar-insanlar sırf inandıkları din ve yaşayış yüzünden vatan dedikleri yerde aşağılık heriflerin, tiksindirici ve utandırıcı muamelelerine maruz kalırken, Ramazan’da aç bilaç oruç tutarken, ben iki çeşit yemeği nasıl yermişim!

O kadar uzağa da gitmeye gerek yok…

Şu minübüsten inen, paralı poşetinin içinde, marketlerin çıktılarıyla (satılmayan ve gözden çıkarılan karışık sebze meyve) dolu poşeti olan teyze!

Şu, sırtında iki beden hırkasıyla koştura koştura caddeyi geçen, karşı caddede bekleyen annesine ‘anne para yetmedi, yoğurt olmuyormuş’ diyen çocuk!

Şu Başkasının sandık diplerinde kalan (asla değeri olmayacak atıntı) öte beriyle evlilik hayalleri kuran kızcağız!

Harç ödemekten harçlığı kalmayan öğrenci!

(En hafifleri bunlar!)

Devlet böyüklerinin emmioğlu, asker arkadaşının kuzeni, suyunun suyu, dıdısının dıdısı! Hiçbir liyakati yokken! Devlet garantili işlere girip (işe girse yine iyi, iş yapmadan hayali kadrolar oluşturularak) maaşları cebe indirenler ve atanamadığı, işten çıkarıldığı, iş bulamadığı için canına kıyanlar

Bu iki grup vatandaş uzakta değil. Benim ülkemde!

AHK dedikleri bir zorbalık! Evet evet ZOR BA LIK! 

Bir psikolojik işkence çeşidi uzakta değil, benim ülkemde!

Onlarca insanın işten çıkarılmasında tek ( sabitlenmiş suçlar hariç, mağduriyetlerin haddi hesabı yok) sebep: Kendi yandaşlarını atamak! Bütçesi zayıflayan  devleti ekonomik olarak rahatlatmaktır belki der

Adamlara ‘kendi gibi insan olan bir hocanın peşine düştüler, terör örgütü kurdular, tabanın haberi yoksa de artık öğrendiler, tövbe etseler ya, hala inat ediyorlar!’ Diyenler!

Isırılmış hurma yiyor!

‘Canım, onlarda zenginlik bolluk içinde yaşadılar, din adına bağış topladılar, soru çaldılar, ordan yurt dışında okul açıp diyalogculuğu yaydılar, kendileri gibi insana niye inandılar inanmasınlardı, kandırılmasınlardı!’

Diyenler!

Liderlerini nerdeyse ilah gören ‘lideri kandırılmış’ olmasına rağmen! 

Lan sen nasıl lidersin! Nasıl akletmezssin! 

Diye hesap soramıyorlar!

Oğlum Ali Mirza; Sen manyak mısın? Bunları neden düşünüyorsun! 

Gerçek alimler, ilim sahipleri her dönem zamanın iktidarından uzak durmuş, bazen dayanamamış konuşmuş, sürülmüş kahır çekmiştir.

Padişah otağına yerleşen senin derdini ne bilir!

Oğlum Ali Mirza, Sen geri zekalı mısın?

Bak, sığamıyorsun bi yere!

Sonra noluyor? Deli diyorlar. Hain diyorlar!

Niye? Soru sorduğun, hayır dediğin, kendin olduğun için…

Herkesi hain ilan etmeden önce yapılacak daha iyi daha samimi işler olmalı.

Güne besmeleyle başlamak, günaydın diyebilmek, güzel demlenmiş bir bardak çay içmek(ramazandan sonra) ve gülümseyebilmek gibi mesela…

***    ***    ***    ***

Ali Mirza bunları konuşabildiği tek canlı olan sokak kedisinin, başını şişirip yanından hızla uzaklaştırdıktan sonra! 

Bir cigara yaktı ve evsiz yurtsuzluğuna doğru yürüdü…

Not: Bu yazıda geçen kişi ve kurumların gerçek kişi ve kurumlarla hiçbir ilgisi yoktur. 

Tamamı kurgu ve hayal ürünüdür.

Gudubet Haksever