Kardeşim Şehit Yüzbaşı Ali Alkan’ın hakkını aradığımdan, olan biteni sorguladığımdan, doğruları dile getirdiğimden, “mevzu vatansa hepimiz ölelim mevzu makamsa hepiniz ölün” dediğimden iktidar için “Allah’ın bir lütfu” olan, 15 Temmuz bahanesiyle hakkımda başlatılan hukuksuz süreci “Ali’m ve Sonrası” kitabında tarihe not düştüğümüz gibi şahsımı yakından takip edenler de olan biteni bilmektedir.

İhraçla beraber, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin deyimiyle sivil/medeni ölümaracı olan, OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleriyle hakkımda çok sayıda tedbir uygulanmaya başladı. Bunlardan biri de, hukuk fakültesi mezunu olmam nedeniyle, avukatlık yapmamın engellenmesidir. Avukatlık stajını bitirmeyi müteakip 31.01.2018 tarihinde yemin ederek Ankara Barosu levhasına yazıldı. Ancak Adalet Bakanlığının Khk’lıların değil avukatlık çaycılık yapmasını dahi istemiyoruz, bu kişilerin avukatlık yapmaması terörle mücadele açısından hayati öneme haizdir” diyerek açtığı davalarda kendini iktidarın emir eri gören bir kısım mahkemeler önce yürütmeyi durdurma sonrasında iptal kararı verirken istinaf da davayı reddetmektedir.

Anayasa Mahkemesinin, nasıl olduysa, 23.07.2020 tarihinde “Khk’lı hukukçuların avukatlık yapamamasının hiçbir dayanağı yoktur, bu mahkemelerin uydurmasıdır” mealindeki kararından sonra 18.01.2021 tarihinde yani neredeyse 3 yıl sonra tekrar avukatlığa başladım.

Ancak sözde adalet özde adaletsizlik bakanlığı bir hafta sonra 26.01.2021 tarihinde yargılamamın yapıldığı mahkemeye gönderdiği kırmızı renkli ACELE damgalı yazıyla “Mehmet Alkan’ın avukatlığını iptal ettirmek için dava açacağız bu nedenle hakkındaki davanın durumu hakkında acele bilgi verin” diyor.

Yani benim avukatlığımın iptali adaletsizlik bakanlığı için ACİL işlerdenmiş! Bu arada belirteyim ki; bakanlığın dava açma sebebi, İzmir’de savcı ve hakimlerin katıldığı, hiçbir somut bilgi ve belgeye dayanmayan, Abdullah adındaki alçak bir iftiracının hezeyanları ve hts kayıtlarından[1] oluşan kumpas dava hakkımdaki beraat kararının kesinleşmemiş olmasıdır.

Oysa adalet bakanlığının bana gelene kadar çok daha ACELE yapması gereken işler vardır. Örneğin;

  • Darbeci yaftasıyla neredeyse 5 yıldır cezaevine olan yüzlerce askeri öğrencinin ve diğer askeri personelin özgürlüğüne kavuşturulması,
  • Tarihte görülmedik kadar çok sayıda cezaevlerine atılan kadınların ve çocukların ve dahi bebeklerin gökyüzüne çıkarılması,
  • Yasal ve rutin faaliyetleri nedeniyle terörist ilan edilen sıradan vatandaşların tahliye edilmesini,
  • Khk’larla sivil/medeni ölüme terk edilen fiili olarak vatandaşlıktan çıkarılan vatandaşların haklarının iade edilmesi,
  • Cezaevindeki infaz süresini tamamlamasına rağmen tahliye edilmeyip özgürlükleri yargı eliyle kısıtlananların tahliyesinin sağlanması,
  • Bir kısım gaddar gardiyanlarının ve cezaevi idarecilerinin cezaevlerindekilere hukuk içinde ve insanca davranmasının sağlanması,
  • İnsanları ailelerinden uzak yerlerdeki cezaevlerine göndererek kazalarla ölümlere, yaralanmalara ve ekonomik zorluklara sebep olmaması,
  • Cezaevlerinde başörtülü bacımın “çıplak arama”ya tabi tutulmaması,
  • Anayasaya göre bağımsız ve tarafsız olan ve hâkimlik teminatı olan hâkim ve savcıları kötü niyetli bir kısım kolluğun etkisinden kurtarması,
  • Bakanın başkanı olduğu HSK’nın hakimleri kararlarından dolayı sürgüne göndermemesi,
  • Cezaevindeki mafya, hırsız, dolandırıcı vb. kadar 20 Temmuz Ohal Darbesi mağduru olan on binlerce vatandaşa yönelik düzenleme yapması,
  • “Özgürlük hakimi” diye kurulmasına karşın, kurulan kapalı döngü sistemle, önüne geleni tutuklamasıyla özgürlükleri katleden sulh ceza hakimliklerinin kaldırılması ilk akla gelenlerdir.

Malumdur ki iktidar adalet sarayları yapmakla övündü ama bu icraatıyla adaletin nasıl olacağını değil saray ile adaletin bir arada olamayacağını çok güzel gösterdi. Zira sarayda adalet olmaz sarayda entrika olur, oyun olur, borsa olur, kumpas olur. Saray adaletinde adil olan haklı olan değil ancak güçlü olan kazanır.

Bugün adliyelere yaklaştığınızda etrafında resmi-sivil polislerin, polis bariyerlerinin, polis araçlarının; kapıda bariyerlerin, millete hayt huyt yapan üst başınızı çıkarmanızı söyleyen özel güvenliklerin; içeri girdiğinizde kapalı kapıların, şifreli girişlerin, savcı hakimlerin kapısında korumaların olduğunu görüyorsunuz. Hâkimlerin işyeri ve adaletin yuvası olan adliye sarayları bu haliyle dışarıdan ve içeriden ablukaya alınmış gibidir.

Yargının tarafsızlığı ve bağımsızlığı sıradan davalarda değil ancak siyasi yönü olan davalarda ortaya çıkar. Oysa bugün “duruşmadan önce cumhurbaşkanlığı danışmanıyla konuşan, kolluğun düzenlediği ve istihbaratın verdiği bilgilere sorgulanamaz delil muamelesi yapan, hukukun temel ve evrensel ilkelerine dahi uymayan, faraziye ve ihtimallere göre yargılama yapan, yasal ve rutin faaliyetleri suç sayan, adalet yerini bulsun diye değil adet yerini bulsun diye yargılama yapan” tüm bunlar nedeniyle kararını açılarken/verirken sanığın yüzüne dahi bakamayan hâkimler var.

Şimdiki siyasi yargılamalarla ilgili olarak bazıları diyor ki hâkimleri de anlamak lazım onlar da korkuyor, zor durumdalar. Oysa bundan 140 yıl önce ne demişti Mecelle: Hâkim; hakîm, fehîm, müstakîm, emîn, mekîn ve metin olmalıdır.

Hâkim böyle olamıyorsa istifa etmelidir zira yaratıcıdan sonra insanın kaderi üzerinde etkili olan başka bir varlık yoktur. Fakülte bitirmekle staj yapmakla sınav kazanmakla hâkim olunsa da yürekli, vicdanlı ve insan olmadan hâkimlik yapılamaz. Hakka hukuka bağlı kalarak vicdanıyla hâkimlik yapamayacak olanların, yaptığı işi memuriyet olarak görenlerin yapması gereken en erdemli hareket istifa etmektir. Zira şerefle bitirilmesi gereken en önemli vazife hayattır ve adalet su gibi ekmek gibi ihtiyacımızdır. Adında adalet olanların adaleti sağlamak bir tarafa adaleti katlettiği ortadadır ve buna ortak olmamak gerekir. Son söz olarak diyoruz ki Uğur Mumcu’nun Hitler’in hakimleri için dediği gibi “Bir yüksek kürsüye cübbeyle çıkmak cellatlığa meşruiyet kazandırmaz hiçbir zaman…!

 

[1] Bu iddianameye göre, örneğin, bugün höşmerim almak için yaptığınız bir telefon görüşmesi veya aradığınız çamaşır makinesi servisiyle yaptığınız görüşme 10 yıl sonra aleyhinize terör örgütü üyeliği delili (!) olabilmektedi.